Bir Flâneuse’in Hikayesi

Flâneuse olmak ne demek? Bir flâneuse’ün seyahati nasıl geçer? Bir aylak kent gezgininin Norveç’le tanışma hikayesine tanık oluyoruz.

  • 19 Ekim 2025
  • 5 kez görüntülendi.
Bir Flâneuse’in Hikayesi
REKLAM ALANI

Yazı: Zeynep Yumrutaş

Flanör (Fr. flâneur), “aylak kent gezgini” anlamında kullanılan Fransızca kökenli bir kelime. Bu sözcük yalnızca bir kelime değil, belirli bir karakteri ve yaşam biçimini yansıtır. Şehirde koşturan, çalışan diğer insanların aksine flanör, sakince sokakları dolaşır, gözlemler ve düşünür.

REKLAM ALANI

Bu kavramla ilk kez lise yıllarımda, 11. sınıfta tanıştım. Fransızcayla aram o kadar da iyi değildi ama bu kelime zihnime öyle bir yer etti ki onu aklımın bir köşesine koydum ve bugüne kadar taşıdım. Yıllar içinde anlamlandırdım, dişileştirdim, yaşadım ve hâlâ yaşamaya devam etmeyi umuyorum. Böylelikle kendimi bir flâneuse olarak tanımlamaya başladım. (Fransızcada her kelimenin kadın ve erkek formu vardır; flâneuse kadın versiyonunu ifade eder.) Bu kavram 19. yüzyıl Fransa’sında kullanılmaya başlandığı için ve ilk etapta yalnızca flâneur olarak öğrendiğimden, “neden flanöz demiyoruz” diye hiç sorgulamadım. Ne yazık ki toplumsal baskının ve tarihin acı gerçeklerinin kabullenişine ben de boyun eğmişim. Başta bu kadın formunun günümüzde ne kadar yaygın olduğunu bilmiyordum. Araştırmaya başladım, üzerine pek çok yazı çizildiğini gördüm.

Aslında 19. yüzyılda flâneuse diye bir kavram bile oluşmamış, onun yerine passante kelimesi uygun görülmüş. Bana sorarsanız bu pek de saygın bir kavram değil çünkü “gelip geçen, uğrayan” gibi yüzeysel bir anlamı var. Oysa bahsettiğimiz şey yalnızca sokakta rastlanan bir siluet değil, gezgin olma ve keşfetme arzusu. Demek ki kadınlar tarih boyunca sadece sokakta var olabilmek için değil, terminolojide bile büyük savaşlar vermek zorunda kalmış. 20. yüzyıla gelindiğinde kadınlar bu görünmezliğe “dur” deme hakkını kendilerinde buldular ve böylelikle literatüre flâneuse kavramını kabul ettirdiler. Yani sadece sokakta değil, kelimenin kendisinde bile özgürleşmek için mücadele ettiler.

Sonra düşündüm: bu aylak gezgin olma hali, gezerken öğrenmek, keşfetmek sadece erkeklere bırakılacak şeyler değildi. Basitçe paylaşabilirdik, aynı kavram altında var olabilirdik. O zaman biz de flâneuse kavramını güçlendirmek için güçlerimizi birleştirdik ve koyulduk yollara…

Son zamanlarda hayatımda müthiş bir sürpriz ve yenilikle taçlanan Norveç seyahatimi anlatarak başlamak isterim bu seriye fakat hemen öncesinde cevaplamak istediğim bazı sorular var: bu ülkeyle nasıl kesişti yollarım, ilk izlenimim nasıldı ve nasıl yeniden gitmeye karar verdim? Norveç’le ilk tanışmam Trondheim şehrine gerçekleşen bir iş gezisiyle başladı. Bu seyahat aynı zamanda kariyerimin ilk yurtdışı görevlendirmesiydi. Belki de içimdeki gezme arzusu bir şekilde işime de yansıdı çünkü ne istediğimizi ve nasıl dilediğimizi bilmek gerçekten çok önemli. Böylelikle son üç yılda 10’dan fazla ülkeyi gezme fırsatı yakaladım.

Trondheim, Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi ile ünlü tam bir üniversite ve kalkınma şehri. Benim ziyaretim kasım ayına denk gelmişti, dolayısıyla oldukça soğuktu. Şehrin sokaklarında flâneuse olduğumu hissettiğim anlarda, orada yaşayanların dışarıdan bakıldığında neredeyse gerçek olamayacak kadar renkli, keyifli, butik bir hayat sürdüğünü gözlemledim. Evlerinin içinde ise huzurlu, samimi ve mutlu bir yaşam vardı. Bu kadar romantize etmemin sebebi, o dönem günlerin 15.30’da kararması kesinlikle değildi. İşlerimi toparlayıp dışarı çıktığımda çoktan zifiri karanlık oluyordu. Fakat sokaklarda dolaşırken bu karanlığı hiç hissetmedim çünkü insanlar evlerine ışığı, neşeyi ve kolektif bir birlikteliği taşımışlardı. Dışarıda soğuğa rağmen spor yapan, sosyalleşen, ışıl ışıl sokaklarda dolaşan kalabalıklar vardı. Üstelik Christmas öncesi olduğu için şehrin romantik bir şekilde süslenmiş, adeta büyülü bir havası vardı.

Bazen kendimi bir dizi setinde yürüyormuş gibi hissettim, sokaklarda dolaşmak hem dinlendirici hem de hayal kurmaya ilham vericiydi. Trondheim’ın kalbinden geçen Nidelva Nehri’nin kıyısındaki renkli evler ve yansıyan ışıklar, kışın bile şehri sıcacık hissettiren bir masala dönüştürüyor. Bir ihtimal Kuzey Işıkları’nı görmeyi umdum ama şehirde görme şansı oldukça seyrekmiş. Şansına güvenenler varsa mutlaka bir fırsat vermeli.


Gamble Bybro üzerinden Piren manzarası, yani fotoğraf albümümde bulduğum bu renkli ahşap evler.

Özellikle Gamble Bybro’da yürümenizi tavsiye ederim, maalesef anın büyüsüne kapılmış olmalıyım ki köprünün fotoğrafını çekmemişim ama köprüden görünen manzarayı hem gündüz hem de gece çektiğim görsellerle yorumlayabilirsiniz. Trondheim’ın simgelerinden biri olan Gamle Bybro (Eski Şehir Köprüsü) 1681 yılında büyük yangının ardından şehri yeniden inşa eden Johan Caspar von Cicignon tarafından yapılmış. Nidelva Nehri üzerinde yer alan bu köprü, şehrin merkeziyle Bakklandet’i birbirine bağlıyor. 1861’de bugünkü haline kavuşan kırmızı ahşap kemerleriyle “Lykkens Portal” yani “Mutluluk Geçidi” olarak da anılıyor; kentin en romantik noktalarından biri sayılıyor.

Gamle Bybro’yu geçtikten hemen sonra, Trondheim’ın en turistik bölgelerinden biri olan Bakklandet yer alıyor. Bakklandet, Nidelva Nehri kıyısında uzanan; renkli ahşap evleri, butik kafeleri, küçük tasarım dükkanları ve taş sokaklarıyla ünlü bir semt. İşte tam olarak bahsettiğim o masalsı, hayal kadar güzel ve minyon evler ve dükkanlar burada. Nehrin hemen paralelindeki sokaklarda kaybolmak isteyecek ve yürüyüşünüzün sonlanmamasını dileyeceksiniz.

Bu seyahatte, Trondheim’in merkezinde, nehir kenarında yer alan çok tatlı bir otelde konakladım. Bizim kaldığımız otel Nidelven’in, yani hemen nehrin kenarında yer alıyordu ve manzarasıyla atmosferi müthişti. Hayatımda gördüğüm en iyi açık büfe kahvaltıyı sundular (biz Türkler için epey önemli bir kriterdir); somonun her çeşidiyle doydum, balık ürünleriyle neredeyse bir yıllık omega ihtiyacımı karşıladım diyebilirim.

Akşam yemeklerinden birini “To Rom Og Kjøkken” (Norveççede “İki Oda ve Mutfak” anlamına geliyor) adlı bir restoranda yedik. Dört dörtlük bir yemek deneyimiydi: “fine dining” ama ev sıcaklığında… Açık mutfakta şeflerin yemek hazırlarkenki heyecanını izlemek, tabaklara son dokunuşlarını görmek, arka planda yemeklerin cızırtısını, bardakların tokuşmasını ve keyifli sohbetleri duymak büyüleyiciydi. Her bir course farklı bir içecek ile eşleşiyordu; sanırım yedi farklı course servis edildi. Şimdiye kadar yaşadığım en iyi gastronomi deneyimiydi; yemekler, tadımlar, sohbetler ve atmosfer bir bütün olarak unutulmazdı. Vejetaryenler için müthiş bir deneyim olurdu demekte biraz çekiniyorum, çok yaygın olmasa da nadiren balina eti tüketiyorlarmış ve biz de o akşam tadına bakmış olduk. İşin aslı, tedirginlikle ve çelişkili bir halde tadına baktım, hayata bir kez geliyoruz diyerek yeni tatlara hayır demekte zorlandığım bir an oldu.


To Rom Og Kjøkken

Fakat itiraf etmeliyim ki Norveç 3-4 günlük bir iş seyahatiyle “tamam, gördüm” denilecek bir ülke değil. Daha fazla gözlemlemem, deneyimlemem ve anı biriktirmem gerektiğini hissettim. Bu yüzden tam üç sene sonra yeniden bu ülkeye dönmek için planlar yaptık.

Fotoğraflar editöre aittir.


TD Medya Yalova sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bir Cevap Yazın

TD Medya Yalova sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin