Ayça Ceylan’la Sanatın, Doğanın ve Geleceğin Kesişiminde

Eko-performans sanatçısı ve sürdürülebilirlik yazarı Ayça Ceylan, bedenin doğayla olan bağını sanatla görünür kılarken çölün sessizliğinden geleceğin sesine uzanan çok katmanlı bir anlatı inşa ediyor.

  • 14 Ekim 2025
  • 2 kez görüntülendi.
Ayça Ceylan’la Sanatın, Doğanın ve Geleceğin Kesişiminde
REKLAM ALANI

Fotoğraflar: Misk Art Institute

Karşılaştırmalı mitoloji, herbalizm, spiritüalizm ve teknolojiden beslenen üretimlerinizde beden ile doğa arasındaki ilişkiyi siz nasıl tanımlarsınız?

REKLAM ALANI

Beden, doğanın karşısında duran bir varlık değil, doğanın bir parçası. Batı düşüncesi uzun yıllar boyunca insanı merkezileştirerek beden ile doğa arasında yapay bir ayrım yarattı. Oysa kadim anlatılarda bu ayrım yoktu. Ne yazık ki bugün yaşadığımız iklim değişikliği insanın kendini doğadan üstün görmesinin bir yansıması.

Sanatımın dokusunu oluşturan tüm bu alanlar aslında gündelik yaşamımla organik olarak iç içe gelişti. Mitoloji, çocukluğumdan beri ilgimi çeken bir dil çünkü içinde hem sembollerle dolu derin bir bilgelik hem de kolektif hafızayı taşıyan hikayeler var. Herbalizm ise doğayla ilişkimi derinleştiren bir yol oldu. Bitkileri sadece fiziksel faydalarıyla değil ruhsal ve arketipsel yönleriyle de tanıdım. Spiritüel pratikler, meditasyonlar, rüyalar ve sezgisel görüler üretim süreçlerimin temel taşlarından. Teknoloji ise bu kadim bilgiyi bugünün araçlarıyla aktarabilmemi sağlayan bir köprü. Video art, yapay zeka, 3D baskı gibi yeni medya tekniklerini, geçmişle geleceği birleştiren ritüel araçları gibi kullanıyorum. Bu yüzden işlerimde, bedenin taşıdığı bilgelikle doğanın ritmini birleştiriyor ve insanlar ile diğer varlık türleri arasındaki kadim bağları görünür kılmaya çalışıyorum.

Kültürel hafıza ve ekolojik gelecek üzerine çalışmalarınız, günümüzün hızlı değişimine hangi cevapları arıyor?

Kültürel hafıza benim için geçmişin tozlu arşivi değil geleceğin inşa edildiği yaşayan bir kaynak. Bugün insanlık, teknolojik hızın içinde köklerinden uzaklaşıyor. Bu hız hem ekolojik hafızamızı hem de kültürel köprülerimizi koparıyor.

Benim işlerim bu unutuluş karşısında bir hatırlama mekanı kuruyor. Hilma af Klint’in soyut formları nasıl görünmeyeni temsil ediyorsa ben de görünmeyen bağları görünür kılmak istiyorum. Bugüne ise şu soruyu yöneltiyorum: Unutulan bağları yeniden kurabilirsek geleceği başka türlü hayal edebilir miyiz?

Benim için “ekolojik gelecek” yalnızca çevre politikası değil ruhsal bir bilinç biçimi. Yavaşlamak, dinlemek, yeniden köklenmek ve onarmak… Bütün üretimlerim bu etik üzerine kurulu.

“The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future” adlı çok katmanlı interaktif yerleştirmenizin temel çıkış noktası neydi?

“The Sandland Oracle: Codes of The Ancient Future” hem içsel hem de coğrafi bir yolculuktu. Suudi Arabistan Krallığı Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman’ın (MBS) kurduğu “Misk Art Masaha Cycle 9” konuk sanatçı programı kapsamında üç ay boyunca Riyad’da bulundum ve sürecimi bir sergi ile tamamladım.

“The Sandland Oracle: Codes of The Ancient Future”, çölü hem kadim bir arşiv hem de dönüşümün vizyoner bir mekanı olarak yeniden kurgulayan, çok katmanlı bir yerleştirme projesi.

“Geçmişin kumları geleceğin manzaralarını nasıl şekillendirir?” sorusundan yola çıkan bu interaktif yerleşirmemde mitoloji, ekoloji, gelenek ile teknolojinin birlikte kimliği ve kolektif şifayı nasıl inşa ettiğine ve çevresel sürdürülebilirlik politikalarına neler katabileceğine odaklanıyorum.

Al-Dahna Çölü’nün hilal (ayça) biçimli kum tepeleri, Al-Ula’da 7000 yıl öncesine dayanan deniz kabuklarının bulunduğu kadim izler, Diriyah’ın toprağın kenti olması ve “nun” harfi projenin mekansal ve sembolik çıkış noktalarından. Yerleştirme; video sanatı, canlı performans, 3D baskılar, sanatçı e-kitabı ve Al gibi araçlarla, bireysel bellek ile kolektif bellek arasındaki bağı araştırıyor. Bu sayede, atalara ait bilgeliğin güncel araçlarla yeniden yorumlanabileceği şiirsel ve çok boyutlu bir düşünme alanı açmayı hedefliyor

“The Sandland Oracle” sürecinde fiziksel ya da zihinsel olarak sizi en çok zorlayan ne oldu?

Çölün kalbinde üretim yapmak beni hem fiziksel hem ruhsal olarak dönüştürdü. Çöl bazen insandan her şeyi alır, sadece özü bırakır. Ve aslında bu sayede gerçekten ihtiyacın olan ne varsa da verir ya da yolu gösterir. O sessizlikte, taşın ve kumun hafızasıyla yüzleştim. Zihinsel olarak en zorlayıcı olan kendim ve kadim bilgelik arasındaki bağ aracılığıyla kolektif üzerine çalışmaktı.

Tüm sürecimde destekleri için, Misk Art ekibinden görsel sanatçı ve sanat yöneticisi Sharine Atif ile Jeeda Almejaish’e, süreç boyunca yanımda olan mentörüm, fotoğrafçı&sanat yönetmeni Osama Dawod’a, beni “nun” harfinin kozmik dünyası ile tanıştıran sanat tarihçisi Dr. Elizabeth Rauh’a, tüm Misk Art ekibine, 3D baskı sürecinde bana destek olan Wasm Studio’dan Dr. Saad Howede ile sanatçı ve tasarımcı Omer Alrae’ya, oyun tasarımcısı Anas Alsahli’ye ve ismini sayamadığım, Suudi Arabistan’da tanıştığım tüm sanat profesyonellerine teşekkür ederim.

Riyad’daki üretim sürecinizde Carl Gustav Jung dışında kimler ya da neler size ilham verdi?

Beni etkileyen çok fazla anlatı ve bilgi var. Sanırım bunların içinde şu üçü öğrendiğimden beri hep yüksek titreşimde oldu. Suudi Arabistan’da, özellikle çölde yaptığım gezilerde kumların konuştuğunu biliyorum. “Singing sand” diye bir kavram var. Birçok bilimsel araştırma rüzgarın kum taneleri ile bir araya geldiğinde farklı frekanslarda sesler oluşturduğunu doğruluyor ve bunların potansiyelleri üzerine çalışıyor. Ayrıca ülkenin bazı bölgeleri yaklaşık 45 milyon yıl önce kadim Tetis Okyanusu’nun tabanıydı. Son olarak “nun” (ن) harfinin kadim belleği ve bunun izlerini sürmek.

Sanat ve sürdürülebilirlik odağında farklı coğrafyalarda performanslar sergilediniz. Bu kültürlerin üretiminize katkısı ve sizin onlara dönüşünüz nasıl şekilleniyor?

Farklı coğrafyalar benim için birer bilgelik merkezi, yaşayan kütüphane gibi. Suudi Arabistan, Japonya, Hindistan’da konuk sanatçı olarak bulunduğum süreçlerde su, hava ve toprak elementleri üzerinden ritüel, beden, doğa ve sürdürülebilirlik ilişkilerini araştırdım. Bu ülkelerdeki deneyimlerimde yalnızca insanlarla değil müzeler, zanaat gelenekleri, endemik bitkiler, mineraller, özel koleksiyonlar ve objelerle de diyalog kurdum. ABD, Birleşik Krallık ve Bolivya’daki sergilerimde ise arkeoloji, mitoloji, sembolizm ve teknoloji katmanlarının bugünün gündelik yaşamına nasıl dönüştürdüğünü gözlemledim.
Her kültürün kendine özgü bir zamanı, dokusu ve anlatısı var. Ben bu katmanları hem alan araştırması hem de sezgisel gözlem yoluyla deneyimliyorum. Tanıştığım yerel insanlar, sanat profesyonelleri, zanaatkarlar, müze koleksiyonları ve yerel üretim biçimleri benim için birer bilgi kaynağına dönüşüyor.

Her ülke kütüphanenin yeni bir salonu gibi, ben sadece o salonları kendi zamanlarının diliyle yeniden ziyaret eden bir sanatçıyım.

Öte yandan ruhum Asya’ya daha yakın hissediyor kendini. Çünkü Asya’nın kadim bilgeliğinde doğa ile insan arasındaki bağ biraz daha canlı sanki.

Sürdürülebilirlik açısından siz de bazı eleştirmenler gibi dünyanın geleceği için geç kalındığını mı düşünüyorsunuz? Sizce hâlâ bir dönüş mümkün mü?

Evet, bazı kayıplar geri döndürülemez, öte yandan onarımın her zaman mümkün olduğuna inanıyorum. Çünkü dönüşüm, dışarıdan gelecek bir kurtuluş değil içeriden yani “ben”den başlayarak kolektife yayılan bir etkidir. Bu anlamda tam bir iklim iyimseriyim.

Sanatın iklim krizi ve çevresel sorunlardaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce sanat, izleyiciyi harekete geçirebilir mi?

Sanat duygusal zekayı ve sezgisel bilgeliği harekete geçirebilen nadir alanlardan biri. Ekolojik sorunlar yalnızca teknik ya da politik meseleler değil, aynı zamanda ruhsal ve duygusal bir kopuşun yansımaları. Eko-performans, insan ile doğa arasındaki bu kopuşa karşı bedensel bir hatırlama pratiği olabilir. Bedenle, ritüelle, duyularla ve hareketle doğayla yeniden sağlıklı ve şefkatli bir ilişki kurmak mümkün. İklim krizinin etkilerini yoğun biçimde yaşadığımız bu dönemde bireysel farkındalıktan kolektif eyleme uzanan bir yolculuk için insan merkezli düşünme biçimlerinin ötesine geçmemiz gerekiyor. Dünya tüm türlerin ortak evidir ve bunu hatırlamak, sanat aracılığıyla izleyiciyi doğayla yeniden bağ kurmaya davet etmek anlamına geliyor.

Eko-performansın belki de en güçlü yanı, içsel dünyamıza dokunarak dış dünyada yankı bulmasını ve nihayetinde bizi harekete geçmeye teşvik etmesini sağlaması.

Gelecek projelerinizde sanatın sınırlarını nasıl zorlamayı hedefliyorsunuz? “The Sandland Oracle” sonrası yeni yaratıcı arayışlarınız hangi yönlerden şekilleniyor?

İki yeni projem var: “The Sandland Oracle: Codes Of The Ancient Future Part II – Al-Ula” ve yeni yerleştirme projem “Salt Oracle”.

“Salt Oracle” suyun ve tuzun hafızası üzerinden hem gezegenin hem insanın duygusal kimyasını araştırıyor. Çok spoiler olmasın, sadece şunu söyleyeyim, mekana özgü biyomateryaller ve yapay zeka teknolojileriyle hem sanatsal hem de iyileştirici bir yapı üretmeyi hayal ediyorum.

“Al-Ula” için ise “geleceğin arkeolojisi” fikrimi daha da geliştiriyorum. Kumun altında geçmişin fosilleriyle geleceğin kodlarını birlikte okuyarak araştırmalarıma devam ediyorum. Bu projelerde yapay zeka, 3D baskı, biyomateryaller, interaktivite ve performansı birleştirerek yeni bir anlatı ekolojisi kuruyorum.

Sanatın sınırlarını zorlamak, formları kırmak değil, türler, disiplinler ve zamanlar arasındaki duvarları inceltmek demek bence. Umuyorum geleceğin sanatı tek bir dilden değil çok katmanlı bir sezgiden konuşacak.


TD Medya Yalova sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bir Cevap Yazın

TD Medya Yalova sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin